Evrenin Gizemini Çözmeye Çalışan Adam

Hikayeler

Evrenin Gizili Çözmeye ve Evreni Denetlemeye Çalışan Adam

STEPHAN HAWKİNG

Bir gün hastalanıyor, doktora gidiyorsunuz, ölümcül bir hastalığa yakalandığınızı söylüyorlar size. Çok kısa bir süre sonra öleceğinizi öğreniyorsunuz. Gerçek olması bir yana düşünmesi ya da düşlemesi bile kişiyi ürpertiyor! Bunu yaşayan Hawking şöyle yorumluyor “Bir erken ölüm olasılığı ile karşı karşıya olduğunuzda yaşamın yaşanmaya değer olduğunu ve yapmak istediğiniz birçok şey bulunduğunu kavrarsınız.”

8 Ocak 1942’de doğan Stephen Hawking yıllardır kötürüm. Ancak Cenap Şahabettin’in “Yaşam bir aynadır, sen ona gülersen o da sana güler” felsefesini yaşama geçiriyor. Kirpiklerinden başka hiçbir organını çalıştıramadan durduğu tekerlekli sandalyesinde, gülen gözleriyle dünyaya bakıyor. Beyni, evrenin sırlarını çözmek için çalışıyor.

Hawking,II.Dünya Savaşının en şiddetli çarpışmalarının olduğu sırada doğdu. Ailesi, Almanya ile İngiltere’nin kendi ülkelerindeki iki kenti bombalamama anlaşmasından dolayı güvenli bir doğum için Oxford’a taşındı. Hawking,burada doğdu. Babası Frank tropik hastalıklar uzmanındı. Annesi Isobel, Oxford’u bitirmiş, sekreterlik yaparken tanıştığı Frank ile evlenmişti.
Hawking’in bir buçuk yıl sonra Mary, beş yıl sonra Phlleppa, on dört çil sonra da Edward adlı kardeşleri doğdu. Kız kardeşinin dört yaşında öğrendiği okumadı Hawking sekiz yaşında öğrendi. Ailesi Londra’ca taşındı.Evlerinin yakınına roket düştü. Büyük bir şans eseri ölümden kurtuldular. Çocukluğu ekonomik sıkıntılarla geçti.

Hawking, bir konferansta çocukluğunda sahip olmağı çok istediği elektrikli treni şu sözlerle dile getirdi: “Trenler, gemiler ve uçakların yanı sıra bu oyunlar her şeyin nasıl çalıştığını anlama ve denetlemeyi bilme konusundaki bir dürtüden geliyordu. Doktorama başladığımda bu gereksinimim kozmolojideki araştırmamca karşılanmıştır. Evrenin nasıl çalıştığını anlarsanız onu bir biçimde denetleyebilirsiniz.”

Hawking, Goethe’nin “Kişi eı/renin gizlerini çözmek için dünyaya gelmiştir, yararsız yaşam erken ölümdür. Yaşama katlanabilmek, yenilmemek için onunla uzlaşmayı öğrenmek gerek” düşüncesini paylaşan kişilerdendi.

Ailesi Hawking’i özel bir okula göndermek istedi, ancak ailesinin ekonomik gücü buna yetmediği için burs sınavına girmesi gerekti. Hastalandığı için sınava giremedi. Sıradan bir okulda okudu.

O günleri şöyle anlatıyor: “Hiçbir zaman sınıf ortalamasının üstüne çıkamadım. Sınıftaki çalışmam çok düzensizdi, el yazım öğretmenlerimi düş kırıklığına uğratıyordu. Ama sınıf arkadaşlarım bana Einstein’ takma adını takmışlardı. Belki onlar bende olumlu bir şeylerin işaretini görmüşlerdi. On iki yaşındayken arkadaşlarımdan biri, bir başkasıyla benim asla bir baltaya sap olamayacağım konusunda bir paket tatlısına iddiaya tutuştular. Bu iddianın sonuçlanıp sonuçlanmadığını, sonuçlandıysa nasıl sonuçlandığını bilmiyorum. Hawking, yirmi yaşına bastığı yıl bir akşamüstü evden çıkarken ayakkabısını bağlayamadı. Ellerine hükmedemiyordu. Hastaneye gittiğinde “Motor Nöron” hastalığı tanısı kondu.

Ölümcül hastalığın pençesine düşen bu gencecik üniversite öğrencisine merdivenlerden düşüp bir
süre belleğini yitirdi. Shakespeare’in “Hamlet” adlı oyununda geçen sözlerle yüz yüze geldi: “olmak ya da olmamak, bütün sorun bu…”

Görecelik kuramı konusunda akademik çalışmalar yaparken hastalığa yakalanan Hawking, “Başlangıçta hastalık hızla ilerliyor gibi göründü. Araştırma çalışmamı sürdürmem pek anlamlı
görünmüyordu. Çünkü doktoramı bitirmeme yetecek denli uzun yaşamayı beklemiyordum.
Ancak zaman geçtikçe hastalık yavaşlar gibi oldu. Ayrıca genel göreceliği anlamaya ve çalışmamda
ilerlemeye başladım. Ama gerçekte ayrımı yaratan şey, ‘ALS’ tanısı konduğu günlerde tanıştığım Jane Wilde’yle nişanlanmamdı. Bana, uğruna yaşanacak bir şey verdi.”

“Bu nişanlanma yaşamımı değiştirdi. Evleneceksek, bir iş bulmalıydım: bir iş bulmak için de doktoramı bitirmem gerekiyordu. Bu yüzden yaşamımda ilk kez sıkıca çalışmaya başladım, şaşırdım, ama bunu sevdiğimi gördüm.”

Denemeleri ile ünlü yazar Alain bu durumu şu sözleriyle anlatıyor: “Yaşamak ne denli güç olursa,
insanoğlu acılara o denli çok dayanır. Yaşamak var olmak, var olanı sevmektir.” Hawking, yaşamın anlamını asla yitirmedi. Adım adım ilerleyen hastalıkla önce yürüme, daha sonra kendi kendine yeme içme yeteneğini yitirdi.

Önceleri öğrencilerinden biri evlerinde kalarak yardım etti ona. Daha sonra bir—iki saatliğine hemşire bakımına alındı. Zatürree olması ve bir ameliyat geçirmesi onu yirmi dört saat hemşire bakımına bağlı kıldı. Üstelik konuşma yeteneğini de yitirdi. Tüm bunlar onun yaşama bakışını değiştirmedi.

Hawking “Yetişkin yaşamımım bütününde Nöron hastalığım oldu. Yine de bu benim çok çekici bir aileye sahip olmamı ve işimde başarılı olmamı engelleyemedi. Bu benim eşimden, çocuklarımdan, çok sayıda başka kişi ve kuruluşlardan aldığım yardımlar sayesindedir. Durumumun bu hastalıkta olması gerektiğinden daha yavaş ilerlemiş olması nedeniyle şanslıyım. Bu, kişinin umudunu yitirmemesi gerektiğini gösteriyor” diyor.

1992 yılında elli yaşına basan Hawking, “Zamanın Kısa Tarihi” adlı kitabı ile birden tüm dünyanın ilgi odağı oldu. Kuramsal açıklamaları hep büyük yankılar uyandıran Hawking’i eşi terk etti. Bir süre sonra bakımını üstlenen hemşiresi ile evlendi, çalışmalarını “ıssız adasında” sürdüren Hawking’in fizikten sonra en çok hoşlandığı konu müzikti. “Issız adamda her ikisine de sahip olabilirsem kurtarılmak istemem. Edit Piaf’ın Hiçbir şeyden pişman değilim’ şarkısı hemen hemen yaşamımı özetler” diyerek yaşama gülümsemeyi sürdürüyor.

Bir cevap yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak.